Çanakkale kurulduğu andan itibaren pek çok salgın hastalıkla karşı karşıya kaldı. Bunun sebebi Çanakkale’nin kurulduğu yerin doğal bir suyolu yani Çanakkale Boğazı’nın kıyısında olmasıdır. O nedenle de Boğaz kıyısında salgın hastalıkları önleme ve karantina altına almak için tedbirler, tesisler ve kurumlar oluşturuldu.
19.yüzyılın başında 1801 yılında Mısır’da ve oradan da Osmanlı İmparatorluğu’nda “hıyarcıklı veba” salgını oldu. 1812 yılında veba salgını görüldü. 1831 yılında kolera salgını görüldü. 1853 yılında Yemen ve Osmanlı İmparatorluğu veba salgınına maruz kaldı. Osmanlı-Rus Savaşı’nın başladığı sırada Rus Çarlığı’nda sekiz devam edecek olan “kolera pandemisi” görüldü ve toplam bir milyon kişi hayatını kaybetti. Kırım Savaşı’nda baş gösteren tifüs, kolera, humma, skorbüt salgınları, cephedeki yaralılardan on misli daha fazla hastalık ve ölümlere sebep oldu. 1889-1890 yıllarında dünya çapında “grip pandemisi” oldu ve bir milyon kişinin hayatını kaybettiği tahmin ediliyordu. 1893-1895 yıllarında ise kolera salgını oldu.
20.yüzyıla gelindiğinde 1906 yılında Hac döneminde kolera görüldü. 1918-1920 yılları arasında görülen “İspanyol gribi”nden dolayı milyonlarca insan hayatını kaybetti.
Şimdi acaba bu salgınlar Çanakkale’de nasıl etki yaptılar, bunları yakından görmeye çalışalım.
Salgın hastalıklarla ilgili olarak yapılan bir araştırmada; “19, yüzyıl başında Osmanlı İmparatorluğundaki hijyen koşulları ve salgın hastalıklar hakkında bazı izlenimler, İngiliz William Witmann tarafından, -2 Temmuz 1800’den 7 Mart 1802 tarihine kadarki süre için- anlatılmıştı. 1799 yılı Kasım ayında Çanakkale ve civarına bir inceleme gezisi yapan Dr. Witmann, bu tarihten 18 ay kadar önce bölgede veba salgını başladığını ve günde 30-40 kişinin bu hastalıktan öldüğünü” yazmaktadır.
1801 yılındaki “hıyarcıklı veba” salgının başlaması üzerine Mısır’dan gelen gemilerin geçişine izin verilmedi. Bu salgın sırasında Mısır’da ölenlerin sayısı 88 bine ulaştı. Bu sırada Osmanlı-Fransız Savaşı Mısır’da devam ediyordu. Osmanlı askerlerinin yarısının hastalıktan öldüğü bilinmektedir.
1812 yılında görülen veba salgını Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da birçok ölümlere sebebiyet verdi. Bazı araştırmacılar ölenlerin sayısının 100 bine ulaştığını belirtmektedirler. Bu salgında Çanakkale’de kaç kişinin öldüğü konusunda elimizde bir rakam bulunmamakla birlikte Çanakkale’de de veba etkili oldu. Polonyalı gezgin Edward Raczyinski’nin, “1814’de İstanbul ve Çanakkale’ye Seyahat” adlı eserinde aktardığına göre; Odessa’da kolera nedeniyle emtia depoları ve toprak tabyalar karantina yeri olarak kullanılmıştı. Bu binanın bir kısmında vebaya yakalanmış hastalar yatırılırken, bir kısmında hastalık teşhisi konanlar ve bir kısmında da sağlığı yerinde olmakla birlikte karantina kurallarına uymak zorunda olanlar kalıyordu. Toprak tabyanın ortasında yapılan karantina binasının etrafını şarampol ve hendeklerle çevirmiş, ortada kalan boş alanda kimsenin dışarı çıkmaması için nöbetçi askerler bulunuyordu.
1831 yılında Hicaz’da başlayan kolera salgını İskenderiye’de bulunan Avrupalı konsolosları harekete geçirdi ve Avrupa’nın salgından korunması için İskenderiye’de konsolosların kontrolünde bir sağlık kurulu oluşturuldu. 1831 yılında ilk kolera pandemisi İstanbul’a vardığında Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi “Kolera Risalesi” yazılarak yayınlandı. 4 bin nüsha olarak basılan risale devlet görevlilerine ve yetkililere dağıtıldı. 1831yılında İstanbul’da kolera salgınının başlamasıyla Karadeniz’den gelen gemilere ve 1835’te de Kale-i Sultaniye’de (Çanakkale) Kıbrıs ve Suriye’de kolera salgını görülmesi üzerine oluşturulan geçici tahaffuzhanelerle Osmanlı İmparatorluğu’nda karantina uygulamaları başladı. Çanakkale’deki görevlilere Akdeniz tarafından gelecek “imtiyazlı” veya “imtiyazsız” her gemiye karantina uygulanmasını emredildi. Bu gemilerde bulunan herkes aynı işleme tabi tutulacak ve karantina sonunda da gemilere bir belge verildikten sonra gemiler İstanbul’a gidebileceklerdi. Eğer bunu dinlemeyen gemiler olursa zor kullanılacaktı. Bu, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk karantina önlemi olarak tarihe geçti.
1835 yılında kolera, Akdeniz’in doğusunu tamamen etkisi altına aldı. Karantina uygulaması, Çanakkale yakınlarındaki Sarı Sığlar koyunda kurulan çadırlarla yürütülmeye başlandı. Çanakkale’deki ilk karantina uygulaması ve alınan tedbirler sonunda kolera salgının önü 1835 yılı Kasım ayı içerisinde alındı. İlk karantina uygulaması yaklaşık altı ay sürdü. Karantina uygulaması sırasında Marmara Denizi ve İstanbul’a gidecek tüm gemiler gözetim altında tutulmuştu. Ayrıca başka sahillerden buraya gelecek kayıkların reislerinden de karantina tezkiresi alınması usulü getirildi. Çanakkale’de kurulan bu ilk tahaffuzhanenin müdürü “Mehmet Esat Efendi” idi. “Doktor İspiro” ise karantina uygulamasını yerine getiren kişiydi. Tahaffuzhane tarafından alınacak önlemler konusunda yapılan toplantılara ise o sırada Çanakkale Boğaz Komutanı olan “Raif Paşa” başkanlık etti.
Kırım Savaşı sırasında Osmanlı’nın yanında savaşmaya karar veren Fransa, İngiltere ve Sardunya Hükümetleri, ordularıyla Boğazlardan ve İstanbul’dan geçerek Kırım’a ulaşacaklardı. Orduların sevkiyatı sırasında İstanbul’un korunması amacıyla, konu Sıhhiye Meclisi’nde görüşüldü ve Çanakkale’den geçecek donanma ve askerler için, sıhhi tedbirler alınmasına karar verildi. Kırım Savaşı sırasında Fransızlar İstanbul’da 13 hastane olmak üzere Varna, Gelibolu, Çanakkale, Nagra ve Edirne’de hastane kurdular. Kırım Savaşı sırasında Gelibolu’daki ilk kolera vakası 1854 Şubatının ilk haftasında meydana geldi. İngilizler de Çanakkale Boğazı’nda Karantina’da (Güzelyalı) bir seyyar karantina hastanesi kurdular.
1865 yılı Temmuz ayında başlayan “büyük kolera salgını”, yaklaşık dört ay sürdü ve Ekim ayında etkisini kaybetti. Aynı tarihlerde kolera Çanakkale, İzmit, Tekirdağ, Kıbrıs, gibi yerlere yayıldı ve korkunç bir tahribat yaptı.
1893-1895 yılları arasında İstanbul ve Anadolu’nun hemen hemen tümünde kolera etkili oldu. 1893 yılında Çanakkale ve İstanbul Boğazlarından geçecek gemilere karşı uygulanan sağlık önlemlerinin başarı ile yürütülebilmesi için her iki boğaza askeri doktorlardan oluşan birer komisyon gönderilmesine karar verildi. 1893 Yaz mevsiminde Akdeniz’den gelen ve Çanakkale Boğazı’nı geçen her geminin Marmara Denizi de dâhil olarak üzere güzergâhı boyunca büyük direğine en az iki metre yükseklikte bir “sarı bayrak” asması zorunluluğu getirildi.
Çanakkale Boğazı’nın girişinde Rumeli tarafında bulunan “Seddülbahir” iskelelerine, kolera olan yerlerden gelen gemilere gerekli işlemleri yapmak üzere memurlar gönderildi. 1893 yılı Ağustos ayında, kolera bulunan yerlerden gelen ve Boğazlardan geçmek isteyen gemilere “gardiyanlar” yerleştirildi ve gemilerin hiçbir yere uğramadan Boğazlardan geçip gitmesine izin verildi. Akdeniz’den gelen gemiler ise Çanakkale Boğazı’nda bulunan “Nara Tahaffuzhanesi”ne uğrayarak, buradan alacakları “gardiyanlar” gözetiminde “Kavak Tahaffuzhanesi”ne gelecekler ve burada gardiyanları tahaffuzhaneye bırakarak Boğaz’dan Karadeniz’e açılacaklardı. O nedenle bu dönemde “Çanakkale, Nara, Tuzla, Kavak ve Sinop” tahaffuzhaneleri öne çıktı.
Bu arada Çanakkale’de ilginç bir olay da yaşandı. 19 Temmuz 1893 tarihinde Napoli’den gelen bir Yunan gemisi Çanakkale’ye ulaştığında Çanakkale Tahaffuzhanesi ikinci tabibi tarafından yanlışlıkla “beş gün” yerine “24 saat” karantina uygulanması verdiği Çanakkale Tahaffuzhanesi’nin Baştabibi tarafından tespit edilince durum İstanbul’a bildirildi. Bu sırada geminin tayfalarının Çanakkale’ye çıkması kasabanın “beş gün” karantina altına alınmasına da sebep oldu.
Karantina Talimatına göre küçük yelkenli tekne ve gemiler ise karantina ilgili kontrol belgelerini ve işlemlerini Çanakkale Boğazı’nda bulunan Seddülbahir, Erenköy, Çanakkale, Gelibolu ve Lâpseki karantina hanelerinde yapacaklardı.
Çanakkale ve çevresinde 1906-1907 yıllarında koleradan dolayı ölümler oldu ve karantina uygulandı. Bunun sebebi 1906-1907 Kış aylarında 5 bin civarında hacının Hicaz’dan dönmesi ve bunlarda kolera görülmesiydi. Kolera Hicaz’da görülmeye başlayınca bir sıhhiye grubu Hicaz’a gönderildi ve Hicaz’da bir sağlık merkezi oluşturuldu. Bu yıl hacılar için tedbirler alındı. Değişik hacı grupları araya dikilen direkler ve bu direklere bağlanan teller ile birbirlerinden ayrıldılar. Bu tam bir izolasyonu sağlamaktan çok uzaktı. Hacdan gelenlerin anlatımlarına göre; sıhhiye muhafızlarına verilen bahşişlerle bu “sözde izolasyon” kolaylıklar delinebiliyordu. Hicazda izolasyon fırınları yoktu. Sadece kimyasal dezenfeksiyonla yetiniliyordu. Hacıların çadırları da yoktu. Su ise kuyulardan sağlanabiliyordu. Bu da büyük risk oluşturuyordu. Kolera ile ilgili kesin tedbirler ise ancak 1908-1909 Hac döneminde alınacaktı. Hacdan dönenlere beş günlük karantina ve dezenfekte uygulandı.
Bu arada 1906 yılında sığır vebasının başlaması üzerine Çanakkale ve çevresinde yapılan hayvan panayırlarının yapılıp yapılmaması da gündeme gelmişti. 1906 yılında dışarıdan hayvan getirilmemesi şartıyla Biga ve Çan’da hayvan panayırları yapılırken bir yıl sonra hastalığın devam etmesi sebebiyle bu panayırlar da düzenlenmedi.
1918 yılı Aralık ayı başından itibaren Çanakkale’de grip salgını başladı. Ayrıca humma, tifo, dizanteri ve kolera görülüyordu. Yeterli ilaç ve doktor yoktu. Ayrıca evlerin büyük kısmının yıkılmış veya harap durumdaydı. Açlık hat safhadaydı. Yeterli yiyecek bulunmaması da hastaların zayıf düşmesine sebep oluyordu. Gripten ölenler oluyordu. Frengi hastalığı da ciddi boyutlardaydı. Seyyar sıhhiye memuru görevlendirilmiş olmasına rağmen kalıcı önlemler almak için 1919 yılında 200.000 kuruş (2000 lira) harcama yapılarak Çanakkale’de ilk etapta on beş yataklı bir hastane açıldı. Hastanede Mayıs 1919’dan Şubat 1920 tarihinde kadar 144 hasta tedavi edildi.1500’e yakın hasta ücretsiz muayene edildi. 1 Mart 1920 tarihinde şimdi 18 Mart İlköğretim Okulu olan bina otuz yataklı hastane haline getirildi. Ezine dispanserinin tamamlanması için çaba sarf etti. 1922 yılında hastanenin yeni bir binaya taşınması için 800 bin kuruş (8.000 lira) bütçeye para konuldu.