Hayatımızın içinde yer alan ve bizi yönlendiren iç içe geçmiş iki kavram var; Siyasal İletişim ve Politik Psikoloji. Günümüzde siyaset bu sosyal disiplinleri kullanarak, bireyi ve toplulukları yönetiyor. Onların ne düşüneceğini ve nasıl davranacağını biçimlendiriyor. Sadece aktif siyasetin içinde yer alan kişileri değil, seçimlerde etkin rol üstlenen sessiz yığınları, yani seçmeni de etkiliyor. Günümüzde kişiler, gruplar, kitleler, uluslar ve onların liderleri birbirleriyle sürekli etkileşim halindeler. Bu süreçlerde belirleyici olan pek çok psikolojik faktör var.
İnsan sosyal çevresi ile sürekli etkileşim halinde ve her nesneden ve insandan etkileniyor. Çünkü insan sosyal bir varlık. Bireyin ait olduğu sosyal grup, bireysel kimliğinin önüne geçiyor ve birey kendini o sosyal grubun özelliklerine göre tanımlıyor. Bu kimlikler zaman içinde davranışları etkilediğinden, birey kitleler halinde hareket etmeye başlıyor. Bu kitlesel hareketler çoğunlukla siyasal ve lider odaklı. Toplum içinde birbirleriyle etkileşim halinde, birbirinden farklı pek çok grup var. Doğaldır ki, insanlar sorunsuz yaşayamaz ve gruplar arası anlaşmazlıkların olması kaçınılmazdır. Çatışma çoğunlukla kaynakların dağılımından kaynaklanır. Grupların gücüne göre felaketlere yol açma potansiyeli yüksek olan anlaşmazlıklar yaşanabilir. Kitlesel hareketlerin kökenine indiğimizde, temelinde psikolojik unsurlar olduğunu görüyoruz.
New York Üniversitesinden Sosyal Psikoloji, Algı ve Nöroloji Profesörü Jay Van Bavel, “nöroekonomi” nin bize, değer yargılarımızın nasıl oluştuğunu anlamamızı sağladığını söylüyor ve ekliyor; “Sosyal kimliğimiz, bir şeye inanmamızı ya da ret etmemizi sağlar”. İnsan ait olduğu grupla ters düşmek istemiyor. Çünkü aidiyet, aynı zamanda kendimizi değerli olarak hissetmemizi sağlıyor. Aidiyet duygusunun iyice pekişmesiyle dünyayı algılama şeklimiz de değişiyor. Prof. Van Bavel’in “kimlik temelli inanç modeli” olarak adlandırdığı bu durum, günümüz siyasetinde temel belirleyici. Siyasal partiler kişiye aidiyet duygusu veriyor. Bu nedenle kişi desteklediği siyasal parti ile düşünsel bir uzlaşma ihtiyacında. Doğruluk önemini yitirebiliyor bu süreçte; kişi bir konuyu ele alırken o konunun doğruluğundan çok, kendisi için önemine göre değerlendiriyor. Bu süreçte rasyonel sorgulama yok, inandırıcılık aranmıyor. Prof. Van Bavel’e göre kişi ancak “sürünün dışında” tek başına kaldığında düşüncelerini değiştirebiliyor. Bu nedenle bazı ülkelerde, bağımsız yargı üyeleri seçilirken hiçbir grup, parti ya da sosyal oluşuma üye olmamasına özen gösteriliyor. Çünkü bilinçli olarak sürüden ayrı tutulanlar, bilgilerin doğru olup olmadığını daha eleştirel sorguluyorlar.
Aidiyet duygusu görüşlerimizi oluşturmak için bilgi kaynaklarına itibar etmemizi de engelliyor. Haber kaynağı güvenilir de olsa, kişi habere itibar etmeyebiliyor ve algı yaratmak olarak değerlendirebiliyor. Hatta haberin karşı gruptan çıktığını bile iddia edebiliyor. Bu nedenle haberin içeriğinin, dile getirilen görüş ve haber kaynağının önemi giderek azalmış durumda. Özetle kişinin habere odaklanması, haberin doğruluğuna inanması için, haberin görüşleriyle örtüşmesi şart.
Ak Parti 2002’den bu yana girdiği tüm seçimleri ya kazandı ya da açık ara önde bitirdi. Genel Başkan Erdoğan’ın seçmenle çok güçlü bir aidiyet ilişkisi var. 15 yılı aşan iktidarı boyunca, başta ekonomik olmak üzere pek çok krizi atlattı ve darbe girişimini engelledi. Çünkü seçmenle arasındaki gönül bağı aidiyet duygusunu daha da pekiştiriyor ve seçmenin kendisine koşulsuz destek vermesini sağlıyor. Ak Parti’nin Genel Başkan Erdoğan üzerinden seçmenle sahip olduğu bu güçlü aidiyet duygusunun CHP’de olduğunu söylemek zor. Tersine, Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun tartışıldığı, itirazların isyana dönüştüğü süreçler yaşanıyor CHP’de. Özellikle 24 Haziran sonrasında yaşananların tetiklediği bir gerilimi, artık herkesin bir şekilde yer aldığı sosyal medyadan her gün izliyoruz. Tabi ki bu durum CHP için ciddi bir dezavantaj oluşturuyor. Bırakın CHP seçmenini, üyelerin bile çok ağır eleştiriler yapabildiğini, sevgisizliklerini, hatta nefretlerini çekinmeden dile getirebildiklerini görüyoruz.
Siyasal partilerin başarılı olmasında, politik psikolojiye dayanan siyasal iletişim becerisinin ne denli büyük rol oynadığı ortada. Farklı politik inanç sahiplerine hakaret etmenin, onları kamusal alanda eleştirmenin, özensiz dil kullanımının bir getirisi yok. Ancak, kutuplaşmayı, onun yarattığı seçmen geçişlerinin neredeyse kalmadığı bugünkü yapıyı korumak istemeyi tercih etmiyorsanız. Bu yaklaşım insanların kimlik ihtiyaçlarını daha da artırıyor. Çünkü kendilerini tehlike altında hissetmelerine yol açıyor. Bunu sonucu olarak da, bu insanlar doğruluk konusunda daha az duyarlılık sergiliyorlar.
Politik psikoloji açısından baktığımızda CHP’nin bugüne dek yaptıklarından farklı bir stratejiye ihtiyacının çok yüksek olduğunu görüyoruz. CHP yeni bir seçim yenilgisiyle yüzleşmemek için, önümüzdeki seçimlerde politik psikolojinin öngördüğü bir siyasal iletişim becerisini mutlaka sergilemek zorunda. Öncelikle kendi seçmeni ile güçlü aidiyet duyguları yaratmayı başarmalı. Daha sonra, karşı partilere gönül vermiş seçmenlerle, onların hassasiyetlerini ve mevcut kimliklerini kabul ederek ilişki kurmaya çalışmalı. Seçmenin taleplerini anladığını ortaya koymalı, bu bağlamda söylemini gözden geçirmeli ve adaylarını nesnel ölçütlerle, örgütünden ve toplumdan gelen istekler doğrultusunda belirlemelidir. CHP’nin kendisini seçmene dinletebilmesinin başka yolu yok.
Tuygan ÇALIKOĞLU
tuygan@hotmail.com.tr www.tuygancalikoglu.com.tr
Kaynak: Trends in Cognitive Sciences, Jay Van Bavel